Edgar Allan Poe\’nun Kuzgun’u – İsmail Ğazali
Film yönetmenliği okuduğum Londra’dan ayrılarak Stoke Newington’a gittim. Böylece belki de arkadaşı Hillan’la aldattığım oyuncu Virginia’yı teselli edecektim.
Stoke Newington’da Virginia’nın bir yudum zehir içerek intihar ettiği haberi beni derinden sarstı. Onunla görüşme arzumu gerçekleştirememiştim. Şimdiyse bir facia gibi gelen cenazesinin başındayım ve hatalarımın cezasını en ağır biçimde ödüyorum.
Onun ölümünden şu veya bu şekilde ben sorumluydum. Çektiğim acılar şeytanın bir kırbacı gibi üzerime iniyordu. Şehrin meyhaneleri arasında adeta mekik dokuyup akşama kadar hunharca içtim. Uyandığımda kendimi Virginia’nın mezarında buldum.
Stoke Newington’daki insanlar bir hayalet muamelesi yapıyorlardı bana; Edgar Allan Poe’ya benzetiyorlardı beni. Köhne bir meyhanenin tuvaletindeki paslı bir aynadan kendime baktığımda, sürpriz bir şekilde burnumun altında bir bıyığın bittiğini fark ettim. Bu da beni Kuzgun şiirinin yazarına benzeten tek alametti.
Kışkırtıcı bakışlardan ve “korkunun yazarı” gibi hakkımda uydurulan hikâyelerden kurtulmak için bu bıyığı kesmeye karar verdim.
Bıyıklarımı yok etmem bir şey değiştirmedi. Aksine vehim yoluyla bile olsa benzerlikteki keskinliği iki kat arttırdı. Yüzümde beni ona benzetmelerine neden olan şeytansı bir şey vardı; Edgar Allan Poe’nun dirilmiş olabileceğinden başka bir şey konuşmuyorlardı. Bu konuşmalar beni zorla o olmak istemeye çağırıyordu!
Nihayetinde şehrin uykusunu kaçıran bir kâbusa dönüşmüştüm. Devasa saraylarıyla şehir, okyanusun karanlıklarında yolunu kaybetmiş dev bir gemi gibi görünüyordu bana. Aşırı esrikliğimin derinlerinde, gürleyen dalgaların ve korsanların sesleri dışında bir şey duymuyordum.
Nereye doğru yelken açmıştı bu hayali gemi! Aklıma eziyet ediyor, korkunç ve şiddetli yalpalamaları eşliğinde ben de yalpalıyordum.
Sadece muhayyilemin enkazında var olan bir kıyıya… Yakıcı bir cehenneme belki de!
Newington Stoke’un cehenneminden çıkamıyordum. Zorba ve harabe geminin beni boğmasından kurtuluş yoktu. Şehrin bahçelerinde sarhoş sarhoş geziyor, sabahlara kadar Virginia’nın mezarında bekliyordum.
ϡϡϡ
Anlaşılan ağır bir baygınlık geçirmişim. Fırtınalı ve yağmurlu bir gecede birileri beni alıp akıl hastanesine yatırmış. Kaldığım oda bembeyazdı, yatağın iki kenarında da birer heykel vardı; solumdaki Dionysos’un, sağımdaki ise Apollo’nun.
Ortam nasıl da bir kâbusu anımsatıyordu! Pencerenin camında sert tıklama seslerini işitene dek kendime gelemedim. Beni derin uykumdan uyandıran gaga sesleriydi; bir kuzgunun gagası. Penceremde öylece durmakta kararlıydı, ta ki bir kadın ve bir adam odaya girene dek. Anlaşılan adam bir doktordu. Ama kadının kimliğinden emin olamadım. Kuzgun fırtınalı bir gecede odaya giriverecek ve Dionysos’un heykeline konacak.
“Bu durum mutlak ölümüme bir uyarı mıydı acaba?” Kendi kendime sordum. Kuzgunun bana böylesi soluk bir durumda gözükmesi, belki de, rüya yorumlarında olduğu gibi mutlak sonuma işaret ediyordu.
Onu kovmaya çalıştım ama beni görmezden geldi. Kurumuş cesedim, inleyen sesim sanki bana ait değildi. Geldiği yere dönmesi için elimle bir işaret yaptım. Söyledikleriyle şaşırttı beni, “Asla, artık gidemem.”
Defalarca odayı terk etmesi için ikna etmeye çalıştım kuzgunu. Ama o, Dionysos’un heykeli üzerinde ısrarla durarak aynı sözleri tekrar edip duruyordu. Nerede duymuştum o samimi cümleyi? Sık sık soruyorum bu soruyu ama her defasında hatırlamam imkânsız oluyor!
Gece oldukça uzamıştı. Pencere çarpıyor, fırtınalı bir yağmurun arkasından devasa dalgalar gürlüyordu. Bu dalgalar, şüphesiz beni bekleyen cehennemin dibine fırlatacaktı.
“Peki, benden Virginia’ya bir mektup götürebilir misin?!”
Kuzguna yöneltmiştim bu soruyu. O an Dionysos’un heykelinden yükseldi, odada bir halka çizdi sonra da Apollo’nun heykeline kondu.
ϡϡϡ
Oda beyaz değildi artık, aksine sararmıştı. Etrafımı gözledim. Şakaklarıma inen bir çekiç darbesini anımsatan bir baş ağrısıyla kendime geldim. Konağın sahibi solumda gülümseyerek durmuş, ölümcül komadan döndüğüm için şükrediyordu. Sağımda dikelmiş doktor kekeleyerek; “Keşke deniz tutması ve geminin batışı hakkındaki sayıklamalarını yazsaydım, Baltimor’da, hatta tüm Amerika’da en büyük şiir kitabı olurdu!”
Öyleyse Baltimor’daydım. Londra’da veya Stoke Newington’da değil!
Her şey ne kadar da tuhaftı. En son yasadışı bir göçmen olduğum ortaya çıktı. Bir aydır şehirdeymişim. Uygun bir iş bulamadan aylak aylak dolaştım. Hatırladığım tek şey yolumu kaybedip bir mezarlığa girmem ve kendimi bir mezarın köşe başında bulmamdı. Büyük mezarın üzerine güllerle birlikte atılmış bir viski şişesi gözüme çarptı. Mezar taşında yazılanlar hiç de dikkatimi çekmemişti. Gülleri ve viski şişesini aldım. Gülleri, kendisine yalnızca hayatındaki ilk aşkın resmini hatırlattığım için konağında sembolik bir fiyata bana bir oda tashih eden Bayan Shilton’a hediye ettim.
Birilerinin beni bahçedeki bir sandalyeden kapıp, konağa getirdiğini, bana nerede oturuyorsun diye sorduğunu, benimse konağın adını verdiğimi söylüyor Bayan Shilton.
Sonunda o da durumun apaçık bir sanrı olduğunu fark etti. Alışılmadık bir şekilde günü kötü geçmişti. Kendisine hediye ettiğim gülü kokladığından beri bozuk bir dille anlamsız şeyler söylüyor, öfkeli bir delilikle konağın duvarlarında kara kedinin iskeletini arıyor. Nihayet, işçilerin yıkım için kiraladıkları baltalarla bütün odaların duvarlarını yıktı. Sonunda sadece bana ayrılan oda kaldı.
Boş viski şişesine uzunca baktım. Odayı, konak sahibi Bayan Shilton’u ve doktoru geride bırakarak aceleyle kendimi dışarı attım. Baş dönmesi etkisiyle yere düştüm. Neyse ki kendi kendime ayılmışım. Mezarlığa doğru yürümeye başladım.
Orada, üzerindeki gülü ve viski şişesini çaldığım mezarı aradım, sonunda buldum. Dehşet içinde mezar taşını okudum:
Edgar Allan Poe 1809/1941
İsmail Ğazâlî; 1977Fas doğumlu öykü ve roman yazarı. Arap Edebiyatı bölümünden mezun oldu. 2011’de ʿAsel el-Laḳlâḳ (Leylek Balı) adlı öykü koleksiyonuyla Tayyib Salih Kurgu Ödülünü kazandı. Romanları; et-Temteme (Mırıldanma, 2011), Miʾeviyye Hespress (Hespress’in Yüzdesi, 2012), Mevsîm Ṣayḍ ez-Zuncûr (Turna Balığı Av Mevsimi, 2013), en-Nehr yaʿuḍḍu ʿalâ zeylih (Kuyruğunu Isıran Nehir, 2015). Öyküleri; Raḳṣât el-Ḫilâʾ (Boşluğun Dansı, 2005), ʿAsal el-Laḳlāḳ (Leylek Balı, 2011), Luʿba Muftariḳ eṭ-Ṭarîḳ (Yolların Ayrımı Oyunu, 2011), Ġurāb, Ġirbān, Ġarābîb (Kuzgun, Kuzgunlar, Kuzgunlar, 2016).
Arapçadan çeviren Cuma Tanık (Şubat 2022)